Editör: Erkavim Yıldırım
“Travmatik, trajik, üzüntülü filmler izlemek, beyin tarafından üretilen, kişiyi iyi hissettiren ve ağrı kesici özelliği olan kimyasalların seviyelerini arttırarak, bir grup içindeki kişilerin ralarındaki bağları güçlendiriyor ve kişilerdeki ağrı tolerans seviyelerini yükseltiyor.
Böyle bir ihtimalin mümkün olup olmadığını keşfetmek için, yapılan ciddi laboratuvar çalışmaları var. Bunlardan bir tanesinde, çoğunlukla birbirlerini tanımayan insanlara travmatik bir film olan Stuart: A Life Backwards izlettirildi. Bu film gerçek bir hayat öyküsüne dayanıyor ve engelli, evsiz, uyuşturucu ve alkol bağımlısı birininhikayesini anlatıyor.
Başka bir grubaysa, arka arkaya iki jeoloji ve arkeoloji belgeseli izlettirildi. Travmatik filmi izleyenler arasında ağrı toleransının yüzde 13.1 oranında arttığı, buna karşılık belgesel izleyen gruptaki katılımcıların ağrı toleranslarının yüzde 4.6 oranında azaldığı gözlemlendi.
Sonuç travmatik filmi izleyen grupta, kontrol grubundaki deneklere kıyasla, ağrı toleransı neredeyse yüzde 18 oranında arttı. Dahası, ağrı toleranslarında artış olan kişilerde, grup arkadaşlarına karşı aidiyet duygularında artış oldu. Ağlatan TV dizilerine rağbet Elde edilen sonuç grup içi bağlanma etkisinin sadece pozitif duygular aracılığıyla ortaya çıkmıyor oluşu.
Bir duygusal deneyimi beraberce yaşamak endorfin hormonlarını harekete geçiriyor ve etrafınızdaki insanlara kendinizi daha yakın hissetmeye başlıyorsunuz. Çünkü beynin fiziksel ağrıyla başa çıkan bölümleri aynı zamanda kişinin yaşadığı psikolojik sıkıntılarda da devreye giriyor.
Dramatik tv dizilerinin izlenme oranının yüksek olmasının sebeplerine de dikkat çeken Psikolog Mehmet Başkak, acıklı filmleri sürekli izleyenlerin psikolojik durumuyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı:
“İnsanlar acıklı senaryolar ve tv dizileri üzerinden birikmiş, bastırılmış duygularını ekran karşısında verdikleri tepkilerle risksiz ifade etme imkanı bulmuş oluyorlar.
Koltuğunda otururken tepkilerini dile getiriyor, ağlıyor, bunu arkadaş sohbetlerinde paylaşıyor ve böylece gizli gündemlerini acıklı filmler üzerinden konuşmuş oluyorlar. Bu da endorfin salgılarının artmasıyla elde edilen bir arada olma, etraftakilere kendini yakın hissetme duygularına ek bir imkan sağlamış oluyor.
Bununla beraber, ekran karşısında sürekli endişeli, dramatik acıklı filmler karşısında, kişinin kendi yaşamıyla ilgili olumsuz deneyimleri, duyguları yoğunlaşırken, bilinçaltı süreçte buna karşı direnç ve ayakta kalma mekanizması harekete geçmiş oluyor. İzleyenlerde kendi sorunlarına karşı otomatik bir duyarsızlaştırmaya yol açabiliyor. Yani sorunu halledilmese bile ona karşı duyarsızlaşmak bir nevi antidepresan etkisi oluşturabiliyor.”
İHA